Blog Ekle Buza Yazılanlar Bir Zamanlar Buza Yazdıklarım...

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kalbimin Arka Bahçesi

Bir çiçek büyütmek istemiştim,
Dikenlerinden korktum, uzak kaldım...
Yalnızdı, belki kuruyordu,
Bakamadım...

Onun yerini yabanlar aldı,
Kin, nefret, para...

Artık ilgilenmesem de
büyüyen bir diken var,
kalbimin arka bahçesinde...

Parmaklarımı acıtmayan,
Fakat ruhumda kapanmaz yaralar açan...

Güzel Bir Kadın

Güzel bir kadın uzanmıştı
sadakat denizinin kumlarına.
Çıplaktı, üşüyordu...
Ama kimseler onun o halini görmüyordu,
Belli ki sevdiğini düşünüyordu...

(Postmodern tarzda bir deneme...)

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bağlandı Eli

Güneş, her zamanki gibi sıcacık ve içtendi. Yaşamı ve çalışmayı sevenler için yeni imkanlar sunmaya hazırlanıyordu. Kaldırımlar işçilerin, memurların,öğrencilerin ayak seslerini Hilmi’nin odasına kadar ulaştırıyordu. Hele o mini mini çocuklar yok mu ? Hepsi de sevginin,saflığın,neşenin resmi gibiydiler.
Hatice Hanım erkenden kalkmış kahvaltı masasını hazırlıyor, “ Bey !Oğlan geç saatlerde eve geldi”diyerek  şikayetleniyordu. Oysa Hilmi,  dışarıdakilerden  habersiz, geceden kalan uykusunu tamamlıyordu. Ah bir de şu sinekler olmasa ! Rahat bırakmıyorlardı ki uyusun. “Size rağmen kalkmayacağım” diye söylendi. Güneşin ışınları yatak odasının penceresinden Hilmi’nin yüzüne şamar vururcasına yansımakta, gecenin acısını çıkarmaktaydı. Hatice Hanım, her zamanki gibi oğlunun kalkmasını bekliyordu. Ana  yüreği o yemeden yemiyor, o içmeden içmiyordu. Hilmi’nin yanına gitti. Uyandırmaya çalıştı ama nafile. Ettiğini bul diyecek oldu, sütü koyvermedi. Ne nasihat, ne dayak hiçbir şey Hilmi’ye fayda etmiyordu. Bir evin bir çocuğuydu. Babasının iyi kötü bir ayakkabı tamir dükkanından başka nesi vardı ki ? Okula gitmemiş, girdiği işlerden de çıkarılmıştı. Hilmi yaratılış itibariyle tembel biraz da asi ruhluydu. Hep birilerinin yaşantısına özenir, çalışmayla  zengin olunamayacağını düşünenlerdendi. Arkadaş çevresi de kendisinden farklı düşünmüyordu. Öğleye doğru buluşurlar, sokak sokak gezerler, zengin mahallelerdeki çocuklarla dalaşırlar, gece geç vakit olunca da soluğu evde alırlardı. Bozuk bir plaktı, hayatları.
Hilmi , suratında yastığın izleri işlenmiş, gözleri şiş ve kızarmış bir şekilde uykusundan uyandı. Elini, yüzünü yalan yanlış bir şekilde yıkadıktan sonra annesinin sabahtan hazırlamış olduğu sofraya oturdu. Sofraya baktı, burun kıvırdı. Her günkü gibi dedi. Çay soğumuştu. Annesine seslendi:
-Kocakarı çay soğumuş, ısıtsana.
Zavallı kadın sabır diledi.
-Isıtırım.
-Yiyecek başka bir şey yok mu ?
- Daha ne olsun. Herkes çalıştığı kadarıyla yaşar. Babanın durumunu bilmez gibi konuşursun. Adam yarım canıyla sabahtan akşama kadar didinmekte. Ya sen, sen ne yapıyorsun ? Bu yaşa geldin bir ekmek parası kazandın mı ? Bu muydu emeklerimizin karşılığı ,söyle bu mu ? Kimi gün seni doğurduğum güne lanetler olsun diyesim geliyor. Anayım ben ana. Yine de dayanamam . Sen bunca fedakarlığa karşı anana kocakarı , babana  ihtiyar deme terbiyesizliğinde bulunuyorsun. Sen kimsin ha ! Çıktığın kabuğu beğenmiyorsun.
Hilmi söylenenlerden sıkılmıştı. Sofrayı yıkarcasına  kalktı.
-Ekmek parası getirmedim, doğru söylersin. Ben üç kuruşa  talim edecek adam mıyım ? Gün gelecek zengin olacağım, o zaman göreceksiniz beni. Herkes el kavuşturacak karşımda. Göreceksin , yakında göreceksin.
Hışımla kapıyı çarparak babasının dükkanına gitti.
Babası ışıksız, nemli, izbe bir dükkanda çalışıyordu. Burada çalışılmazdı ama ne yapsın, kirası hesaplıydı. Kazandığı para anca geçindiriyor, yetmediği zamanlarda da dükkan sahibinin insafına sığınıyordu. Bükülmüş beli,nasırlaşmış eli, ak düşmüş saçları sanki hayat hikayesini terennüm ediyordu. Bu durumundan şikayetçi olduğunu kimse duymamıştı. Helal rızık derdi her zaman. Helal rızık. Kendisine takılanlara :
-Kimi zaman karnımız doymasa da helal rızık, bolluktaki haramdan iyidir, diye söylerdi.
Hilmi’yi karşısında görünce, Hüseyin Ustanın  göz bebekleri büyümüştü. Günlerdir içindeki öfke kabarmış, taşmayı bekliyordu.
Azarlarcasına:
-Günaydın Beyefendi. Hoş geldiniz. Niye zahmet buyurdunuz, emretseydiniz harçlığınızı gönderirdim. Utanma, sıkılma yok mu sende ? Bak şu çileme bak oğul. Bir çift kundura gelecek de ekmek parası kazanacağım diye izbe dükkanlarda ömrümü harcadım. Anan, garip anan açız demedi, tokuz demedi didindi. O ev benim bu ev senin temizliğe vardı. Dükkan sahibi çık diye tutturur. Önümüz kış . Odun yok, kömür yok. Dahası nereden bulurum bu paraya bir iş yeri. Bu yaşımda el kapısında nasıl çalışırım. Çalışsam da kim alır beni. Bak oğul,  bugün hayattayım, yarın musallada. Perişan olursun, el yüzüne bakamaz,  el içine çıkamazsın. Gel etme eyleme. Eden bulur. Var git oğul, var git işine. Babayım daha ağır konuşamam .Var git oğul, var git.
Hilmi, babasını hiç bu kadar hiddetli ve çaresiz görmemişti. Burkulmuştu. Utanmıştı.
--Baba , dedi.
Konuşamadı. Başını öne eğdi. Benzi attı. Dipsiz sokağa daldı,gitti.
Hilmi’den üç aydır haber alınmadı. Anası ağlamaktan,babası aramaktan helak olmuşlardı. Ne kadar kötü de olsa  evlattı, oğuldu, can parçasıydı. Dayanılacak acı değildi.
Hilmi ne zengin olmuştu , ne de iş güç sahibi. Eve dönmeye defalarca niyetlense de yüzü tutmadı. Pişmandı. “ Nasıl dönerim   “  diye iç geçirdi. Anasının, babasının yüzüne nasıl bakacaktı ?
-Anamdır, babamdır affederler, diye söylendi. Onlardan başka kimi vardı ki ? Dövseler de sövseler de ata değil miydiler ? Hiç evlatlarına kıyabilirler miydi ? Cesaretini toplamıştı. Dönecek af dileyecekti.
Mahalle her zamankinden daha sessiz ve soğuk gelmişti. İçi ürperdi. Üç ayda neler değişti ki  bu kadar hüzün vericiydi. Yüreği daraldı. Boğazlanır gibiydi. Damarlarındaki kan çekilmişti. Kaskatı kesilmiş vücuduyla kapının tokmağına ürkek ürkek vurdu. Ses yoktu. Bir daha vurdu . Ahşap kapıyı   açan olmadı. Canı iyiden iyiye sıkılmıştı. Nerede olabilirlerdi ?
“ Acaba “ dedi. Devamını getiremedi.
Komşunun kapısını çaldı. Küçük bir kız çocuğuna ailesini sordu.                                                                                                                                 

Kız:-Yeşil Cami’ ye gittiler Hilmi ağabey.
Hilmi, koşa koşa söylenen yere gitti. Tüm mahalleli  orada toplanmıştı. Gözleri babasını aradı. En öndeydi. Herkes babasının karşısında el bağlamıştı. Hilmi de karıştı aralarına. O da babasının karşısında el bağladı.
-Baba, baba ...
Konuşmak istedi. Konuşamadı.
Onun karşısında el bağlayan olmadı ama babasının karşısında el bağlayanlar çoktu.

29 Haziran 2010 Salı

Nedir ki Yaşamak?

Unutamayız annemizden kalan son bağımızı kesip de bizi şu kirli dünyada bir başımıza bırakan ebeyi, unutamayız arkasından ağlatıp da dönüp bakmayan ölüleri, unutulmaz ağaçlara takılan ilk uçurtmamız...

Değil mi ki gözyaşıyla dolu geçmişinin üzerine bir şeyler koymak, tıpkı suya yazı yazmak...

Bak yine başlamış bulutun gözyaşları, iniltili bir uykuyu hatırlatmıyor mu can çekişen şimşekler. Hatırlar mısınız suyun ateşe aşkını. Pek bir seçeneği yoktur aslında ya sevgileri yok olacaktır ya kendileri. Onlar kendilerini feda ederler, çünkü ne anlamı vardır sevmeden yaşamanın?

Nedir ki yaşamak? Sigaranın titrek dumanında mı bulmaktır kendini, yoksa umudun sonsuzluğunda mı kaybetmektir düşlerini. Hem belki de her yanan sigara kırılmış umutları yakan bağrında. Her yakılan sigara, umutları canlı tutmak için kendini öldüren bir neferin kör kurşunlarıdır aslında...


Her çektiğin nefeste bir dünyadır inşa ettiğin, attığın izmarit ise kahbeliğidir hayallerin.

27 Haziran 2010 Pazar

Odur Varacağın

Her şeye yeniden başlamak istersin bazen. Yeni kıyafetler, yeni kokular, yeni takılar uydurursun kendine. Belki farklı bir kasabaya yerleşirsin, arkanda bırakırsın geçmişi. Korkarsın mazine tutsak olmaktan, kırmak istersin prangalarını, seninle birlikte yıllanmış olan. Ama alışmamışsındır onlarsız yaşamaya, sen sahibin olmadan aç kalan bir köpek, göz yaşın olmadan kuruyan bir çiçeksindir. Yeni arkadaşlar edinir, yeni isimler korsun kendine. Hiç yaşamadığın bir geçmişin vardır her defasında bir yerlerini atladığın. Sokağa çıkamazsın masken olmadan, kamaşır gözlerin gerçeklerin ışığında. Başkalarının gölgelerinde yaşamaya çalışırsın, kaybolursun onların gerçeklerinde, tekrar edersin yaşanmış hayatları kendince. Kanlı ayakların.., can kırıklarında yürümekten, acı çekersin de onu bile tadamazsın gönlünce. Her gün dersin bu gün farklı olacak, ama sen de sıkılırsın açtığın temiz sayfaları buruşturup çöpe atmaktan. İnanamazsın hala kaderin sana hazırladığı çeyizin kölesi olduğuna, kabullenmek istemezsin gölgendir takip eden hep seni ardında.

Değişen elbiselerindir ama kaderin hep aynıdır aslında. Ne kadar hızlı koşarsan koş, odur varacağın en sonunda...

Terk Etmek

Bu defa ben olmalıyım giden, çünkü kimi zaman kalandır asıl terk eden. Vazgeçmeliyim tutkusu olduklarımdan, anmamalıyım adınızı, bakmamalıyım resimlerinize, ben olmamalıyım artık, o eski ben.. Sanmayın ki daha kolaydır terk etmek. Sanmayın ki daha kolaydır terk edilmekten. Terkedilende hep bir umut vardır ama ben biliyorum ki olmayacak geriye dönüşüm. Bu kararı vermek zordur, ama ömrün boyunca bununla yaşayacak olmanı bilmek daha zor. Yarayı deşmek, kan ağlamaktan daha zordur.

Ama ben hissetmediğim bir anda gidiyorum. Sizi bırakan ben değilim, içimde “ben” olmayan ben. Artık eskisi gibi değilim eksiklerim var, yalnızım, anlayın işte bu ben değilim. Beynim kalbime kepenk vuruyor, bana seçme şansı bırakmıyor. Seçemiyorum, seçimsizim. Anla işte kalabalıklar içindeki yalnızım.

Bilmem ne kadar sürer bu işkence, belki de bitecek son nefeste. Ailem olmayacak hiçbir zaman, diyorum ya yapabildiğim tek seçim yalnızlıktan yana. Ayıplamayın beni, istemezdim ben de ama alışmak lazım gerçeklere. Kabullendim artık, utanmıyorum ayna karşısında. 


Ben böyleyim karanlığımda, olabiliyor musunuz hala yanımda...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Dost

Dost değil miydi soyadımı bile hiç düşünmeden gönül rahatlığıyla emanet edeceğim? Ailemi ben seçemedim ama dostlarımı ben seçeceğim derken ne kadar da hüzünle sır teslim ediyordum yoldaşıma. Soyu tükenmiş bir kuşu aramak gibiydi dostu seçmek.  Niceleri sadece üstüme pisleyip geçti. Bir sendin omzuma konan, nereye gitsem kulağıma sadakati fısıldayan. Bir sendin uğruna şarkılar yazdığım, uyku tutmayan gecelerde gecenin bizi tutsak eden zindanlarında haykırdığım bir sendin hapishane duvarlarına ismini tırnaklarımla kazıdığım. Kanayan etlerimle yaptığım dostluğun resminde yine sen vardın, acıyla çizilmiş o kan kokan resimde.

Hani bazen dertli olurdum da anlatamazdım. Utanırdım anlatmaya da sen hemen anlardın. Yüreğim kan ağlarken tampon yapardın ruhuma. Karanlığı senin gözlerindeki umut ışığı aydınlatırdı, nefessiz kaldığım sulardan yine sen çıkarırdın aydınlığa.

Biz birbirimize hiç benzemezdik aslında. Sen kupanda yudumlarken kahveni, ben ince bellimdeki çayla ısıtırdım içimi. Sen mutluluğu beyazda bulurken, karanlıklardı benim kaderim. Aynı şeyleri konuşmazdık, pek bir ortak yanımız da yoktu ama sendin beni en iyi dinleyen. Hani bir gün muhabbet edeceğiz diye içeceklerimize dokunmamışız da buz gibi olmuşlardı. Demiştin ya o zaman “onlar soğurken muhabbet daha bir sıcak oldu”. Artık sıcak bir şey içemiyorum sen gittiğinden beri, dilim yanıyor, soluğumda düğüm düğüm olup kan kusuyorum dostluğun resmine.

Sessiz bir uykudasın fikrimce,  dün gömdüm seni ellerimle. Bir elim seni toprağa bırakırken diğeriyle gömdüm bir de kalbime. Seninle birlikte yaşadıklarımla artık mahkumum maziye. Bir ağlayanın bendim, istemem zaten başka ortak bizim resmimize.  Bir yanımı mezara gömdüm seninle, diğer yanımsa felç artık hüznünle. Artık çok sevdiğin beyazlarınlasın kardeş ama olmamış sanki büyük geldi bunlar sana bir beden.

Arada uğrarım sana dertlerimi yanmaya bilmem artık eskisi gibi dinler misin? Utanırım karşında ağlamaya, eskisi gibi yaşlarımı siler misin? Hala inanmak güç, bir gün geleceksin şakaydı her şey bakın bu benim, gerçeğim, buradayım diyeceksin umutlarıyla sabahladığım kaçıncı gece... Kaçar oldum yağmurlardan, hatırlatırlar maziyi, her boşalan yağmur tanesinde görürüm ayrılmadan önceki sararmış yüzünü.

İşte kardeş böyle, bir gün güldürürse ertesi gün ağlatır elbette bu dünya denen kahpe...

Şimdi Çağırsan Koşar Gelirim / Gidiyorum

Bir gün bütün her şeyi sandıklara kilitleyip “gidiyorum” demek istiyorum ama beceremediğimden midir nedir, bu kadar gitmek isteyip de kalmak koyuyor insana. Derler ki “gidiyorum”un iki anlamı vardır. Ya tehdit etmektir ya da “lütfen beni bırakma gitmeme izin verme”.. Ben hangisini seçiyorum? İzin verme demek istiyorum, gururuma yediremiyorum. Bir gözüm hep arkada, şimdi çağırsan koşa koşa gelirim. Şimdi çağırsan bir saniye düşünmem, şimdi çağırsan.., şimdi çağırsan... Desen ki yeniden başlayalım, biliyorum yapamayız ama denerim en azından. Olamayız biz biliyorum, zaten hiçbir şey de eskisi gibi olamaz.. Ama diyorum ya denerim.. Denerim sevmeyi, denerim çiçekleri sulamayı hatta kapıda hiç sinirlenmeden beklerim süslenmeni, bak perdeleri de ben asarım. İnanmıyoruz değil mi ikimiz de? Yok hayır belki de bu en iyisi, öyle sessizce kaybolup gitmek. Evet gözüm arkada ama artık istemiyorum bir şey demeni. Çünkü biliyorum ne desen inanırım, bin kere tövbe etsem de şimdi çağırsan yine koşar gelirim.. Göz yaşlarım süzülürken yanaklarımdan geçtiğim kurak topraklar yeşerir belki. Belki sevgi çiçekleri açar, ben hiç öğrenemedim aşk nedir belki onlar öğretir körpe sevgililere. Ne olur sus artık sen de ağlama, zor vermişken bu kararı lütfen tek kelime etme. Çünkü biliyorsun şimdi çağırsan hiç düşünmeden gelirim...

Gidiyorum kaldırım taşları üzerinde
Her taraf sis her adım duman
Her adımda seni düşünüyorum
Senin düşlerinle kaçıncı düşmem
Saymış değilim..
Bazen arkamdan bir el uzanıyor
Enseme sıcacık bir hava temas ediyor
Sen sanıp arkama döndüğümde
İçimi çekerek oof diyorum
İçimden “seni seviyorum” diye haykırmak geliyor
Etrafıma bakınınca
Utangaç çocuklar gibi başımı öne eğiyorum
Utanıyorum, utanıyorum...

Siz Öğrettiniz


Tüm kirliliğimle yazarken bu satırları utanıyorum sayfanın temizliğinden. Kirli olan ellerim değil, sevilmeyi unutmuş, belki de sevmeyi unuttuğundan unutulmuş yalnız kalbim. Biliyorum artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.. Ötmeyecek bu sabah kuşlar penceremde, bırakmayacak ekmeğimi kapıcı. Soğuk akmayacak sular bile artık, söndüremeyecekler acımı.


Ben kötüyüm, kirlenmişim, karanlıktayım. Hem belki biraz da çirkinim, yakışmıyorum sizlere,

almıyor fotoğraflar
beni mutlu karelere. Arkadaşlarım yanlış, evet ben yanlışım. Olmaması gerekenim, sinir bozucuyum, ortasından sıkılmış diş macunuyum. Erimiş çikolata kabındaki bulaşığım, utanıyor herkes beni yemekten. Ama bir fırsat yakalasınlar boğuyorlar tükürükleriyle.


Her defasında "bitti her şey, başlamalıyım yeniden" diyorum, ama bırakıyor mu ki geçmişin karanlığı, ensemde içimi titreten geçmişten bir nefes. Korkuyorum ama bu defa ölmekten değil, yaşamaktan korkuyorum. Sizin yaşamanızdan korkuyorum. Biliyorum sizler de benim gibi olacaksınız. Bu dünya kötü, bu dünya acımasız. Ayıplamayın beni sakın. Bende sizin hepinizden bir parça var. Sen bana ilk şekerimi çaldıransın, ya sen demez miydin beyaz yalan bunlar, bak işte o beni aşka küstüren, sizlersiniz sizler. Ben sizim, sizin eseriniz. Öyle karışık bir tabloyum ki hepinizden bir fırça olan, insanlar karşıma geçip saatlerce izliyor. Bir de yorumlar yapıyorlar beni anlamış gibi, görüyorum tiksintili bakışlarını. Anlamıyor kimse. Ama ben kızmıyorum sizlere. Seçim şansım vardı değil mi? Ama ben hep kötüyü seçtim, yanlış yollarda kaybolmaktan zevk aldım, unutulmayı erdem, terk edilmeyi özgürlük sandım. Ama ben, ben.. hepinizden daha temizim artık bu temiz sayfayı karanlığımla doldururken. Bunu da siz öğrettiniz bana, bunu da siz...

 

25 Haziran 2010 Cuma

Yapamadım

Bugün sağanaklar ardından açan güneşin altında artık parlamayan çatlak tenini gördüm. Merkez üssü kalbim olan depremlerden olsa gerek diye düşündüm.. Görmezden gelmek istedim, istedimki küssün güneş artık aydınlatmasın beni, istedim ki hiç olmamış olayım... Yapamadım be sevgilim, sen de beni gör istedim hep o anlamlı bakşı özledim. Görmedin, teleşlıydın belki birine gidiyordun. Terliyordu ellerin tıpkı ilk günki gibi.., kalabalık caddede gözden kayboluşunu izledim, kalabalığın oluşunu.. Bulabildiğim en salaş barın en iğrenç köşesinde içtim. Sadece bir bira söyleyebildim. Bir birada sarhoş olmak istedim, buna yeterdi param. Sadece bir bira.. Kusmak istedim bütün içimdekileri, ama içtiklerimi değil yediğim kazıkları kusmak, kalbimdeki seni atmak istedim. Bir avuç olsun kurtulabilseydim senden belki daha rahat hissedecekti kalbim, acımayacaktı, sıkışmayacaktı artık geceyi gündüze bağlayan yalnızlıklarda. Kafamdaki seni kusmak istedim. Titremeyecekti artık sigaramın dumanı, üşümeyecekti sigaramın ateşi. Yapamadım, parmak atmak istedim nefesim düğümlendi ciğerimden çıkacaktın sanki. Yapamadım be sevdiğim yapamadım işte.. Kaçınılmaz son gelmişti, belki de hep ona doğru koştuğumuz son. Bir şişe hapım vardı yalnızlığımı yalnızlığıma unutturmak için. Seni düşünerek içtim kaybettiklerime, belki de hiç benim olmayanlara. Şerefine değil şerefsizliğine içtim bu defa. İsterdim biri bulsun bir çöp tenekesinde, açayım gözlerimi hastanenin sıcak bir köşesinde, morg soğuk, morg yalnız..., hayır olmaz yanmayım bu şekilde cehennemde. Ama dememiş miydi şair "ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?".
Ben ne ilk kurbanıydım bu aşkın ne de son matemi. Şimdi bu satırları okuyabiliyorsan şayet, kalbim seninle olamadı ama ruhumun bakirliği cennettedir belki seninle. Şimdi görüyorsan bu bir nefeste yazılmış hatıraları, bil ki karıncalar yuvalarına taşıyor gözlerimi, fareler kemiriyor kulaklarımı, annemin bana bıraktığı son hatıradan.., göbeğimden yılanlar süzülüyor içimdeki yalnızlığa. Ama dokunamadıkları tek bir yer var kalbim. Belki de korkuyorlardır kalbimdeki ben zehirleyen bu aşkın şerbetinden içmeye.. Beni sen öldürdün be sevdiğim, sen...
Başlığım sayfa içeriği