Blog Ekle Buza Yazılanlar Bir Zamanlar Buza Yazdıklarım...: Bağlandı Eli

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bağlandı Eli

Güneş, her zamanki gibi sıcacık ve içtendi. Yaşamı ve çalışmayı sevenler için yeni imkanlar sunmaya hazırlanıyordu. Kaldırımlar işçilerin, memurların,öğrencilerin ayak seslerini Hilmi’nin odasına kadar ulaştırıyordu. Hele o mini mini çocuklar yok mu ? Hepsi de sevginin,saflığın,neşenin resmi gibiydiler.
Hatice Hanım erkenden kalkmış kahvaltı masasını hazırlıyor, “ Bey !Oğlan geç saatlerde eve geldi”diyerek  şikayetleniyordu. Oysa Hilmi,  dışarıdakilerden  habersiz, geceden kalan uykusunu tamamlıyordu. Ah bir de şu sinekler olmasa ! Rahat bırakmıyorlardı ki uyusun. “Size rağmen kalkmayacağım” diye söylendi. Güneşin ışınları yatak odasının penceresinden Hilmi’nin yüzüne şamar vururcasına yansımakta, gecenin acısını çıkarmaktaydı. Hatice Hanım, her zamanki gibi oğlunun kalkmasını bekliyordu. Ana  yüreği o yemeden yemiyor, o içmeden içmiyordu. Hilmi’nin yanına gitti. Uyandırmaya çalıştı ama nafile. Ettiğini bul diyecek oldu, sütü koyvermedi. Ne nasihat, ne dayak hiçbir şey Hilmi’ye fayda etmiyordu. Bir evin bir çocuğuydu. Babasının iyi kötü bir ayakkabı tamir dükkanından başka nesi vardı ki ? Okula gitmemiş, girdiği işlerden de çıkarılmıştı. Hilmi yaratılış itibariyle tembel biraz da asi ruhluydu. Hep birilerinin yaşantısına özenir, çalışmayla  zengin olunamayacağını düşünenlerdendi. Arkadaş çevresi de kendisinden farklı düşünmüyordu. Öğleye doğru buluşurlar, sokak sokak gezerler, zengin mahallelerdeki çocuklarla dalaşırlar, gece geç vakit olunca da soluğu evde alırlardı. Bozuk bir plaktı, hayatları.
Hilmi , suratında yastığın izleri işlenmiş, gözleri şiş ve kızarmış bir şekilde uykusundan uyandı. Elini, yüzünü yalan yanlış bir şekilde yıkadıktan sonra annesinin sabahtan hazırlamış olduğu sofraya oturdu. Sofraya baktı, burun kıvırdı. Her günkü gibi dedi. Çay soğumuştu. Annesine seslendi:
-Kocakarı çay soğumuş, ısıtsana.
Zavallı kadın sabır diledi.
-Isıtırım.
-Yiyecek başka bir şey yok mu ?
- Daha ne olsun. Herkes çalıştığı kadarıyla yaşar. Babanın durumunu bilmez gibi konuşursun. Adam yarım canıyla sabahtan akşama kadar didinmekte. Ya sen, sen ne yapıyorsun ? Bu yaşa geldin bir ekmek parası kazandın mı ? Bu muydu emeklerimizin karşılığı ,söyle bu mu ? Kimi gün seni doğurduğum güne lanetler olsun diyesim geliyor. Anayım ben ana. Yine de dayanamam . Sen bunca fedakarlığa karşı anana kocakarı , babana  ihtiyar deme terbiyesizliğinde bulunuyorsun. Sen kimsin ha ! Çıktığın kabuğu beğenmiyorsun.
Hilmi söylenenlerden sıkılmıştı. Sofrayı yıkarcasına  kalktı.
-Ekmek parası getirmedim, doğru söylersin. Ben üç kuruşa  talim edecek adam mıyım ? Gün gelecek zengin olacağım, o zaman göreceksiniz beni. Herkes el kavuşturacak karşımda. Göreceksin , yakında göreceksin.
Hışımla kapıyı çarparak babasının dükkanına gitti.
Babası ışıksız, nemli, izbe bir dükkanda çalışıyordu. Burada çalışılmazdı ama ne yapsın, kirası hesaplıydı. Kazandığı para anca geçindiriyor, yetmediği zamanlarda da dükkan sahibinin insafına sığınıyordu. Bükülmüş beli,nasırlaşmış eli, ak düşmüş saçları sanki hayat hikayesini terennüm ediyordu. Bu durumundan şikayetçi olduğunu kimse duymamıştı. Helal rızık derdi her zaman. Helal rızık. Kendisine takılanlara :
-Kimi zaman karnımız doymasa da helal rızık, bolluktaki haramdan iyidir, diye söylerdi.
Hilmi’yi karşısında görünce, Hüseyin Ustanın  göz bebekleri büyümüştü. Günlerdir içindeki öfke kabarmış, taşmayı bekliyordu.
Azarlarcasına:
-Günaydın Beyefendi. Hoş geldiniz. Niye zahmet buyurdunuz, emretseydiniz harçlığınızı gönderirdim. Utanma, sıkılma yok mu sende ? Bak şu çileme bak oğul. Bir çift kundura gelecek de ekmek parası kazanacağım diye izbe dükkanlarda ömrümü harcadım. Anan, garip anan açız demedi, tokuz demedi didindi. O ev benim bu ev senin temizliğe vardı. Dükkan sahibi çık diye tutturur. Önümüz kış . Odun yok, kömür yok. Dahası nereden bulurum bu paraya bir iş yeri. Bu yaşımda el kapısında nasıl çalışırım. Çalışsam da kim alır beni. Bak oğul,  bugün hayattayım, yarın musallada. Perişan olursun, el yüzüne bakamaz,  el içine çıkamazsın. Gel etme eyleme. Eden bulur. Var git oğul, var git işine. Babayım daha ağır konuşamam .Var git oğul, var git.
Hilmi, babasını hiç bu kadar hiddetli ve çaresiz görmemişti. Burkulmuştu. Utanmıştı.
--Baba , dedi.
Konuşamadı. Başını öne eğdi. Benzi attı. Dipsiz sokağa daldı,gitti.
Hilmi’den üç aydır haber alınmadı. Anası ağlamaktan,babası aramaktan helak olmuşlardı. Ne kadar kötü de olsa  evlattı, oğuldu, can parçasıydı. Dayanılacak acı değildi.
Hilmi ne zengin olmuştu , ne de iş güç sahibi. Eve dönmeye defalarca niyetlense de yüzü tutmadı. Pişmandı. “ Nasıl dönerim   “  diye iç geçirdi. Anasının, babasının yüzüne nasıl bakacaktı ?
-Anamdır, babamdır affederler, diye söylendi. Onlardan başka kimi vardı ki ? Dövseler de sövseler de ata değil miydiler ? Hiç evlatlarına kıyabilirler miydi ? Cesaretini toplamıştı. Dönecek af dileyecekti.
Mahalle her zamankinden daha sessiz ve soğuk gelmişti. İçi ürperdi. Üç ayda neler değişti ki  bu kadar hüzün vericiydi. Yüreği daraldı. Boğazlanır gibiydi. Damarlarındaki kan çekilmişti. Kaskatı kesilmiş vücuduyla kapının tokmağına ürkek ürkek vurdu. Ses yoktu. Bir daha vurdu . Ahşap kapıyı   açan olmadı. Canı iyiden iyiye sıkılmıştı. Nerede olabilirlerdi ?
“ Acaba “ dedi. Devamını getiremedi.
Komşunun kapısını çaldı. Küçük bir kız çocuğuna ailesini sordu.                                                                                                                                 

Kız:-Yeşil Cami’ ye gittiler Hilmi ağabey.
Hilmi, koşa koşa söylenen yere gitti. Tüm mahalleli  orada toplanmıştı. Gözleri babasını aradı. En öndeydi. Herkes babasının karşısında el bağlamıştı. Hilmi de karıştı aralarına. O da babasının karşısında el bağladı.
-Baba, baba ...
Konuşmak istedi. Konuşamadı.
Onun karşısında el bağlayan olmadı ama babasının karşısında el bağlayanlar çoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızın herkes taafından görünebileceğini göz önünde bulundurunuz

Başlığım sayfa içeriği