Blog Ekle Buza Yazılanlar Bir Zamanlar Buza Yazdıklarım...: 27.06.2010 - 4.07.2010

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kalbimin Arka Bahçesi

Bir çiçek büyütmek istemiştim,
Dikenlerinden korktum, uzak kaldım...
Yalnızdı, belki kuruyordu,
Bakamadım...

Onun yerini yabanlar aldı,
Kin, nefret, para...

Artık ilgilenmesem de
büyüyen bir diken var,
kalbimin arka bahçesinde...

Parmaklarımı acıtmayan,
Fakat ruhumda kapanmaz yaralar açan...

Güzel Bir Kadın

Güzel bir kadın uzanmıştı
sadakat denizinin kumlarına.
Çıplaktı, üşüyordu...
Ama kimseler onun o halini görmüyordu,
Belli ki sevdiğini düşünüyordu...

(Postmodern tarzda bir deneme...)

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bağlandı Eli

Güneş, her zamanki gibi sıcacık ve içtendi. Yaşamı ve çalışmayı sevenler için yeni imkanlar sunmaya hazırlanıyordu. Kaldırımlar işçilerin, memurların,öğrencilerin ayak seslerini Hilmi’nin odasına kadar ulaştırıyordu. Hele o mini mini çocuklar yok mu ? Hepsi de sevginin,saflığın,neşenin resmi gibiydiler.
Hatice Hanım erkenden kalkmış kahvaltı masasını hazırlıyor, “ Bey !Oğlan geç saatlerde eve geldi”diyerek  şikayetleniyordu. Oysa Hilmi,  dışarıdakilerden  habersiz, geceden kalan uykusunu tamamlıyordu. Ah bir de şu sinekler olmasa ! Rahat bırakmıyorlardı ki uyusun. “Size rağmen kalkmayacağım” diye söylendi. Güneşin ışınları yatak odasının penceresinden Hilmi’nin yüzüne şamar vururcasına yansımakta, gecenin acısını çıkarmaktaydı. Hatice Hanım, her zamanki gibi oğlunun kalkmasını bekliyordu. Ana  yüreği o yemeden yemiyor, o içmeden içmiyordu. Hilmi’nin yanına gitti. Uyandırmaya çalıştı ama nafile. Ettiğini bul diyecek oldu, sütü koyvermedi. Ne nasihat, ne dayak hiçbir şey Hilmi’ye fayda etmiyordu. Bir evin bir çocuğuydu. Babasının iyi kötü bir ayakkabı tamir dükkanından başka nesi vardı ki ? Okula gitmemiş, girdiği işlerden de çıkarılmıştı. Hilmi yaratılış itibariyle tembel biraz da asi ruhluydu. Hep birilerinin yaşantısına özenir, çalışmayla  zengin olunamayacağını düşünenlerdendi. Arkadaş çevresi de kendisinden farklı düşünmüyordu. Öğleye doğru buluşurlar, sokak sokak gezerler, zengin mahallelerdeki çocuklarla dalaşırlar, gece geç vakit olunca da soluğu evde alırlardı. Bozuk bir plaktı, hayatları.
Hilmi , suratında yastığın izleri işlenmiş, gözleri şiş ve kızarmış bir şekilde uykusundan uyandı. Elini, yüzünü yalan yanlış bir şekilde yıkadıktan sonra annesinin sabahtan hazırlamış olduğu sofraya oturdu. Sofraya baktı, burun kıvırdı. Her günkü gibi dedi. Çay soğumuştu. Annesine seslendi:
-Kocakarı çay soğumuş, ısıtsana.
Zavallı kadın sabır diledi.
-Isıtırım.
-Yiyecek başka bir şey yok mu ?
- Daha ne olsun. Herkes çalıştığı kadarıyla yaşar. Babanın durumunu bilmez gibi konuşursun. Adam yarım canıyla sabahtan akşama kadar didinmekte. Ya sen, sen ne yapıyorsun ? Bu yaşa geldin bir ekmek parası kazandın mı ? Bu muydu emeklerimizin karşılığı ,söyle bu mu ? Kimi gün seni doğurduğum güne lanetler olsun diyesim geliyor. Anayım ben ana. Yine de dayanamam . Sen bunca fedakarlığa karşı anana kocakarı , babana  ihtiyar deme terbiyesizliğinde bulunuyorsun. Sen kimsin ha ! Çıktığın kabuğu beğenmiyorsun.
Hilmi söylenenlerden sıkılmıştı. Sofrayı yıkarcasına  kalktı.
-Ekmek parası getirmedim, doğru söylersin. Ben üç kuruşa  talim edecek adam mıyım ? Gün gelecek zengin olacağım, o zaman göreceksiniz beni. Herkes el kavuşturacak karşımda. Göreceksin , yakında göreceksin.
Hışımla kapıyı çarparak babasının dükkanına gitti.
Babası ışıksız, nemli, izbe bir dükkanda çalışıyordu. Burada çalışılmazdı ama ne yapsın, kirası hesaplıydı. Kazandığı para anca geçindiriyor, yetmediği zamanlarda da dükkan sahibinin insafına sığınıyordu. Bükülmüş beli,nasırlaşmış eli, ak düşmüş saçları sanki hayat hikayesini terennüm ediyordu. Bu durumundan şikayetçi olduğunu kimse duymamıştı. Helal rızık derdi her zaman. Helal rızık. Kendisine takılanlara :
-Kimi zaman karnımız doymasa da helal rızık, bolluktaki haramdan iyidir, diye söylerdi.
Hilmi’yi karşısında görünce, Hüseyin Ustanın  göz bebekleri büyümüştü. Günlerdir içindeki öfke kabarmış, taşmayı bekliyordu.
Azarlarcasına:
-Günaydın Beyefendi. Hoş geldiniz. Niye zahmet buyurdunuz, emretseydiniz harçlığınızı gönderirdim. Utanma, sıkılma yok mu sende ? Bak şu çileme bak oğul. Bir çift kundura gelecek de ekmek parası kazanacağım diye izbe dükkanlarda ömrümü harcadım. Anan, garip anan açız demedi, tokuz demedi didindi. O ev benim bu ev senin temizliğe vardı. Dükkan sahibi çık diye tutturur. Önümüz kış . Odun yok, kömür yok. Dahası nereden bulurum bu paraya bir iş yeri. Bu yaşımda el kapısında nasıl çalışırım. Çalışsam da kim alır beni. Bak oğul,  bugün hayattayım, yarın musallada. Perişan olursun, el yüzüne bakamaz,  el içine çıkamazsın. Gel etme eyleme. Eden bulur. Var git oğul, var git işine. Babayım daha ağır konuşamam .Var git oğul, var git.
Hilmi, babasını hiç bu kadar hiddetli ve çaresiz görmemişti. Burkulmuştu. Utanmıştı.
--Baba , dedi.
Konuşamadı. Başını öne eğdi. Benzi attı. Dipsiz sokağa daldı,gitti.
Hilmi’den üç aydır haber alınmadı. Anası ağlamaktan,babası aramaktan helak olmuşlardı. Ne kadar kötü de olsa  evlattı, oğuldu, can parçasıydı. Dayanılacak acı değildi.
Hilmi ne zengin olmuştu , ne de iş güç sahibi. Eve dönmeye defalarca niyetlense de yüzü tutmadı. Pişmandı. “ Nasıl dönerim   “  diye iç geçirdi. Anasının, babasının yüzüne nasıl bakacaktı ?
-Anamdır, babamdır affederler, diye söylendi. Onlardan başka kimi vardı ki ? Dövseler de sövseler de ata değil miydiler ? Hiç evlatlarına kıyabilirler miydi ? Cesaretini toplamıştı. Dönecek af dileyecekti.
Mahalle her zamankinden daha sessiz ve soğuk gelmişti. İçi ürperdi. Üç ayda neler değişti ki  bu kadar hüzün vericiydi. Yüreği daraldı. Boğazlanır gibiydi. Damarlarındaki kan çekilmişti. Kaskatı kesilmiş vücuduyla kapının tokmağına ürkek ürkek vurdu. Ses yoktu. Bir daha vurdu . Ahşap kapıyı   açan olmadı. Canı iyiden iyiye sıkılmıştı. Nerede olabilirlerdi ?
“ Acaba “ dedi. Devamını getiremedi.
Komşunun kapısını çaldı. Küçük bir kız çocuğuna ailesini sordu.                                                                                                                                 

Kız:-Yeşil Cami’ ye gittiler Hilmi ağabey.
Hilmi, koşa koşa söylenen yere gitti. Tüm mahalleli  orada toplanmıştı. Gözleri babasını aradı. En öndeydi. Herkes babasının karşısında el bağlamıştı. Hilmi de karıştı aralarına. O da babasının karşısında el bağladı.
-Baba, baba ...
Konuşmak istedi. Konuşamadı.
Onun karşısında el bağlayan olmadı ama babasının karşısında el bağlayanlar çoktu.

29 Haziran 2010 Salı

Nedir ki Yaşamak?

Unutamayız annemizden kalan son bağımızı kesip de bizi şu kirli dünyada bir başımıza bırakan ebeyi, unutamayız arkasından ağlatıp da dönüp bakmayan ölüleri, unutulmaz ağaçlara takılan ilk uçurtmamız...

Değil mi ki gözyaşıyla dolu geçmişinin üzerine bir şeyler koymak, tıpkı suya yazı yazmak...

Bak yine başlamış bulutun gözyaşları, iniltili bir uykuyu hatırlatmıyor mu can çekişen şimşekler. Hatırlar mısınız suyun ateşe aşkını. Pek bir seçeneği yoktur aslında ya sevgileri yok olacaktır ya kendileri. Onlar kendilerini feda ederler, çünkü ne anlamı vardır sevmeden yaşamanın?

Nedir ki yaşamak? Sigaranın titrek dumanında mı bulmaktır kendini, yoksa umudun sonsuzluğunda mı kaybetmektir düşlerini. Hem belki de her yanan sigara kırılmış umutları yakan bağrında. Her yakılan sigara, umutları canlı tutmak için kendini öldüren bir neferin kör kurşunlarıdır aslında...


Her çektiğin nefeste bir dünyadır inşa ettiğin, attığın izmarit ise kahbeliğidir hayallerin.

27 Haziran 2010 Pazar

Odur Varacağın

Her şeye yeniden başlamak istersin bazen. Yeni kıyafetler, yeni kokular, yeni takılar uydurursun kendine. Belki farklı bir kasabaya yerleşirsin, arkanda bırakırsın geçmişi. Korkarsın mazine tutsak olmaktan, kırmak istersin prangalarını, seninle birlikte yıllanmış olan. Ama alışmamışsındır onlarsız yaşamaya, sen sahibin olmadan aç kalan bir köpek, göz yaşın olmadan kuruyan bir çiçeksindir. Yeni arkadaşlar edinir, yeni isimler korsun kendine. Hiç yaşamadığın bir geçmişin vardır her defasında bir yerlerini atladığın. Sokağa çıkamazsın masken olmadan, kamaşır gözlerin gerçeklerin ışığında. Başkalarının gölgelerinde yaşamaya çalışırsın, kaybolursun onların gerçeklerinde, tekrar edersin yaşanmış hayatları kendince. Kanlı ayakların.., can kırıklarında yürümekten, acı çekersin de onu bile tadamazsın gönlünce. Her gün dersin bu gün farklı olacak, ama sen de sıkılırsın açtığın temiz sayfaları buruşturup çöpe atmaktan. İnanamazsın hala kaderin sana hazırladığı çeyizin kölesi olduğuna, kabullenmek istemezsin gölgendir takip eden hep seni ardında.

Değişen elbiselerindir ama kaderin hep aynıdır aslında. Ne kadar hızlı koşarsan koş, odur varacağın en sonunda...

Terk Etmek

Bu defa ben olmalıyım giden, çünkü kimi zaman kalandır asıl terk eden. Vazgeçmeliyim tutkusu olduklarımdan, anmamalıyım adınızı, bakmamalıyım resimlerinize, ben olmamalıyım artık, o eski ben.. Sanmayın ki daha kolaydır terk etmek. Sanmayın ki daha kolaydır terk edilmekten. Terkedilende hep bir umut vardır ama ben biliyorum ki olmayacak geriye dönüşüm. Bu kararı vermek zordur, ama ömrün boyunca bununla yaşayacak olmanı bilmek daha zor. Yarayı deşmek, kan ağlamaktan daha zordur.

Ama ben hissetmediğim bir anda gidiyorum. Sizi bırakan ben değilim, içimde “ben” olmayan ben. Artık eskisi gibi değilim eksiklerim var, yalnızım, anlayın işte bu ben değilim. Beynim kalbime kepenk vuruyor, bana seçme şansı bırakmıyor. Seçemiyorum, seçimsizim. Anla işte kalabalıklar içindeki yalnızım.

Bilmem ne kadar sürer bu işkence, belki de bitecek son nefeste. Ailem olmayacak hiçbir zaman, diyorum ya yapabildiğim tek seçim yalnızlıktan yana. Ayıplamayın beni, istemezdim ben de ama alışmak lazım gerçeklere. Kabullendim artık, utanmıyorum ayna karşısında. 


Ben böyleyim karanlığımda, olabiliyor musunuz hala yanımda...
Başlığım sayfa içeriği